İlk çıktığı zamanlardan beri bilgisayarları birbirine bağlamak için kullanılan internet, son yıllarda iyice hareketlenen sosyal ağlar sayesinde benzer bir beceriyi insanları bir araya getirme konusunda gösteriyor. Konuya biraz genişçe değinelim istedik, hani hala bilmeyenleriniz varsa diyerekten…


Facebook, Twitter, Linkedin, MySpace, FriendFeed, Last.fm, deviantART, Flickr, StumbleUpon, YouTube, DailyMotion… Bunlar çoğunuzun adını öyle veya böyle bir yerlerden duyduğu, hatta bazılarınızın günde birkaç kez uğramadan günü bitmiş saymadığı siteler. Kimi tanıdıklarınızla aranızdaki iletişimin güncel kalmasını ve kendinizi farklı yöntemlerle ifade edebilmenizi sağlıyor, kimi kendi ürettiğiniz içeriği paylaşmanıza veya ilgilendiğiniz kişiler tarafından üretilen içeriğe ulaşmanıza yardımcı oluyor, kimi sizinle benzer zevklere sahip kişilerin beğenileri üzerinden yepyeni şeyler keşfetmenize aracılık ediyor.
Amaçları ve yaklaşımları farklı olsa da, aslında hepsinin ortak bir hedefi var: Üyeleri arasında görülebilir ve keşfedilebilir bağlar kurarak sosyal etkileşime dayalı zincirler oluşturmak ve katılımı artırmak.
Bugün bırakın sadece sosyal ağlara dayalı yapıları, sıradan web siteleri bile sosyal paylaşıma yönelik çabalarıyla kullanıcı etkileşimini artırmak üzerine çalışıyorlar. Özellikle son 5 yılda bireysel profillerin paylaşımını esas alan sosyal ağların yaygınlaşmasıyla birlikte, kullanıcıları bizzat etkileşimin bir parçası haline getirmeye yönelik çabalar inanılmaz bir yükselme eğilimine girdi.

Birey içeriğin odağına yerleşiyor
Oysa bu gelişimin biraz öncesine bakıldığında durum oldukça farklı görünüyordu. İnternet, içeriğin daha çok büyük şirketler ve organizasyonlar tarafından üretildiği, bilginin genellikle tek taraflı olarak sunulduğu, ziyaretçilerin siteden siteye savrulduğu bir yapıyı andırıyordu.
Etkileşim kavramıysa bireye odaklanmak yerine daha çok gruplar arası etkileşime odaklanmıştı. Benzer ilgi alanlarına sahip kişilerin sohbet odalarında buluşması, forumlardaki mesajlaşmalar, kişisel listelere gönderilen anlık iletiler hep belli bir grup çerçevesinin içinde kalıyordu.
Günümüzün sosyal ağ algısında ise bireysel etkileşim kavramı, grup iletişiminin bunların çok daha ötesine geçmiş durumda. En basit anlatımla nasıl ki internet bir zamanlar bilgisayarları birbirine bağladıysa, sosyal ağlar da benzer bir şekilde günümüzde insanları birbirine bağlayan en güçlü yapı haline geldi.

Sosyal ağları ortak akıl şekillendiriyor
Sosyal ağ, internet üzerinde bireylerin profilleriyle var olmalarını ve farklı profillerle iletişim kurmalarını sağlayan servislere verilen genel bir isim. Bireyler arası koordinasyonu sağlayan bu sistemler genellikle bir web sitesi üzerinden yönetiliyor. Siteye girdiğinizde öncelikle kendinize site üzerinde bir kullanıcı hesabı açıyor ve bu hesapla ilişkilendirilen profilinize isim, yaş, ilgi alanları gibi kendinize ait tanıtıcı bilgiler ekliyorsunuz. Ardından tanıdığınız insanlar başta olmak üzere arkadaş listeniz büyümeye başlıyor. Bu süreçte sizi arkadaş olarak ekleyenlerin sosyal ağlarına dahil oluyor ve siz de onları kendi sosyal ağınıza dahil ediyorsunuz.
Böylece bir zincir reaksiyon başlıyor ve daha önce belki varlığından bile haberdar olmadığınız fırsatlar görünür hale geliyor. Örneğin yıllardır uzaktan tanıdığınız biriyle aynı özel ilgi alanına sahip olduğunuzu keşfetmek, aklınıza bile gelmeyecek birinin iş yerindeki arkadaşınızla tanıdık çıkması, çoktan izini kaybettiğini düşündüğünüz birileriyle yıllar sonra karşılaşmak gibi…

Neden bir anda bu kadar popüler oldu?
Mark Zuckerberg’in 2004’te hobi niyetine başladığı Facebook’a bugün paha biçilemiyor.
Sosyal ağların birden bu kadar popüler olmasının birkaç sebebi var. Öncelikle sosyal ağlar her bireyin hayatında var olan, fakat belli bir noktanın ötesinde başkaları tarafından görülemeyen sosyal ilişki ağını net bir şekilde ortaya koyma fırsatı veriyor. Bunun devamı olarak internet üzerindeki sosyal ağların ortaya koyduğu zengin etkileşim araçları ise, bireylere kendi çabalarıyla ulaşabileceklerinden çok daha geniş bir topluluğa ulaşabilme ve kendilerini çok farklı yöntemlerle ifade etme şansı tanıyor.
Bireyler arasındaki ilişkilerin şeffaf ve ifade biçimlerinin zengin olduğu böyle bir ortamda, olasılıklar da doğal olarak gerçek dünyada erişebileceğinizin ötesine uzanıyor. Başkaları üzerindeki kişisel farkındalığınızı artırmak, bağlantı ağınızı istediğiniz yönde güçlendirmek, size özgü nitelikleri daha görünür kılmak, iletişimde olduğunuz kişiler hakkında gündelik duruşun ötesinde bilgi edinmek, video ve benzeri zengin iletişim araçlarını da işin içine katabileceğiniz yöntemlerle bilgi ve görüş alışverişiyle düşüncelerinizi paylaşmak, bazı konulardan öncelikli olarak haberdar olmak bunlardan bazıları.

Sosyal ağ demek sadece Facebook, Twitter mı demek?

Sosyal ağların size sunabileceği fırsatlar sadece ağ üzerinde geliştirdiğiniz ilişki ağıyla değil, aynı zamanda dahil olduğunuz sosyal ağın size sunduklarıyla da ilgili. Her ne kadar çoğu kişinin aklına sosyal ağ denildiğinde Facebook ve Twitter gibi siteler gelse de, bunların haricinde özelleşmiş birçok imkan sunan ve sosyal ağ olabilme koşullarını yerine getiren birçok yapı var.
Örneğin Last.fm (www.lastfm.com.tr), seçtiğiniz parçalardan müzik zevkinizi algılayarak sizinle benzer müzik zevki olan kişilerle bir araya gelmenizi ve onların listelerini incelemenizi sağlıyor. Böylece hoşunuza gidebilecek yeni müzikler keşfetmenize yardımcı oluyor. Tamamen iş konusuna odaklanan bir sosyal ağ olan Linkedin (linkedin.com), kendinize bir özgeçmiş oluşturarak iş deneyiminizi paylaşmanızı ve çalışma hayatının profesyonelleriyle bir araya gelmenizi kolaylaştırıyor. MySpace (myspace.com), genel amaçlı olmakla birlikte özellikle müzisyenlere hitap eden araçlarıyla şöhret kapısını aralamak isteyen sanatçı ve grupların eserleri için güzel bir sergileme ve paylaşım platformu sunuyor. Lafı fazlaca uzatmadan, hayatınıza ve çevrenize dair küçük kırıntıları alelacele paylaşmak ve diğer kırıntıların peşine düşmek için Facebook (facebook.com), Twitter (twitter.com) veya FriendFeed (friendfeed.com) ideal platformlar. Çizim, fotoğraf ve el sanatları gibi görsel eserleri paylaşmak içinse Flickr (flickr.com) veya deviantART (deviantart.com) gibi sosyal içerik paylaşım ağları emrinize amade.

Sosyal ağlarda paylaştığım kişisel bilgiler güvende mi?
Sosyal ağlara dahil olan kullanıcılar, bağlantıların sağlıklı bir şekilde kurulabilmesi ve genişlemesi için çok yüksek bir oranda bu yapılara gerçek isimlerini ve geçerli erişim bilgilerini vererek katılıyorlar. Aslında bir yönden bakılınca öyle de olması lazım. Çünkü sosyal ağlarda bağlantı kurmak sadece aramayı değil, bulunabilir olmayı da gerektiriyor.
İşin ilginç tarafı, yoldan geçerken adın ne diye sorsanız söylemekten çekinecek kişiler sosyal ağlara kayıt olurken bazen cep telefonlarına kadar kendilerinden istenen her bilgiyi sunmaktan çekinmiyorlar. Buna bir de özel ilgi alanlarınızı ve sosyal ağ üzerinden kurduğunuz ilişkilerin sizin hakkınızda yansıtacağı kişisel eğilimleri eklediğinizde, sosyal ağlar bir süre sonra sizin hakkınızda tahmin bile edemeyeceğiniz ölçüde bilgi verir hale gelebiliyor.
Bunun doğal bir sonucu olarak sosyal ağlarda pazarlama veya benzeri amaçlarla kişisel bilgilerinizin peşine düşen veya kimlik hırsızlığı için hakkınızda daha fazla bilgi toplamaya çalışanların sayısı da azımsanmayacak ölçüde fazla.

Sosyal ağlarda gizlenmeye çalışmak boşuna bir çaba mı?
Sosyal ağlarda kişilerle ilişkilendirilmiş bilgilerin boyutu, bu platformlarda gerçek bir mahremiyetten bahsedilebilir mi konusunu sıkça gündeme getiriyor. Bu konudaki görüşler de iki gruba ayrılıyor: Birinci grup internette kişisel bilgilerin güvenliğini sağlamak için, erişimi zorlaştırma pahasına da olsa her türlü önlemin alınması gerektiği görüşünde. Diğer grup ise yaşadığımız sayısal çağda zaten gittiğimiz hemen her yerde, doldurduğumuz her formda, yaptığımız her ödemede sürekli bizimle ilgili bilgilerin alınıp bir yerlere iletildiğini, bunları korumaya çalışmanın gereksiz bir çaba olacağını düşünüyor.
Aslında ikinci görüşün de haklı olduğu yönler yok değil. Fakat sosyal mühendislik yöntemleriyle bir başkasının kimliğini taklit etme yoluna giden dolandırıcıların en büyük bilgi kaynağının sosyal ağlar olduğunu göz önüne alırsanız, ilk yaklaşıma biraz daha yakın durmakta fayda var gibi görünüyor.

Sadece güvenlik değil, otokontrol de önemli
Sosyal medyada mahremiyet denilince sadece sosyal profilinizdeki bilgilere erişimi kısıtlamak değil, sosyal ağlarda paylaştığınız bilgilerin niteliği üzerinde otokontrol uygulamak da önemli. Yazdığınız mesaj veya yolladığınız fotoğraf sosyal çevrenizin size bakışı üzerinde nasıl bir etki oluşturur? Birileri bunları sonradan size karşı kullanabilir mi? İnternet hesaplarınızdaki unutulan şifre kısmına girdiğiniz soruların cevapları, finansal hesaplarınıza ulaşmayı kolaylaştıracak ipuçları, açık adres ve telefon numaralarınız profilinizde yer alıyor mu? Tatilde olduğunuzu belli ederek potansiyel hırsızlara davet çıkarıyor musunuz? Profilinizde yer alan herhangi bir içerik gelecekte potansiyel bir iş ilişkisini veya bağlantı fırsatını zora sokabilir mi? Tüm bunlar sosyal ağlarda yer alırken değerlendirilmesi gereken konular.

Bundan sonra sırada ne var?
Bireysel tepkilerin sosyal medya üzerinde örgütlenmesi, “Arap baharı” adı verilen isyanların fitilini ateşleyerek asırlık yönetimleri koltuğundan edecek kadar güçlü bir etki yarattı.
İnternet kullanıcıları, uzunca bir kuluçka döneminin ardından kendi ağını oluşturan, kendi içeriğini üreten, paylaşan ve yorumlayan bir yapıya doğru evrildiler. Yeni nesil kullanıcılar artık kendilerine sunulanla yetinmeyip seçimlerinde özgür olmak, yaşadıkları deneyimi beğenilerine göre şekillendirmek, fikrini belli ederek dönüşüme katkıda bulunmak ve kendisine benzeyen kişilerle tüm bu deneyimleri paylaşmak istiyor.
Sosyal ağlar, internet kullanıcılarına çok daha geniş dünyanın bir parçası olma ve bu dünyayı birey olarak şekillendirme şansı verdiği için böylesine başarılı yapılar haline dönüştüler.
Peki bundan bir sonraki kuşak interneti nasıl dönüştürecek? Rivayetler muhtelif, o da başka bir yazının konusu olsun…

Sosyal ağlara dair ilginç rakamlar
70’lerin ortasından sonra doğan ve genel olarak Y kuşağı olarak adlandırılan neslin yüzde 96’sı herhangi bir sosyal ağın üyesi.
Amerika’da evlenen her 8 çiftten biri sosyal ağlar üzerinden tanışıyor.
Facebook’a 9 ayda katılan yeni üye sayısı 100 milyon. 50 milyon kullanıcıya ulaşmak için televizyon 13 yıl, internet 4 yıl beklemişti.
2007’nin sonlarında Microsoft Facebook’un yüzde 1,6 hissesini 240 milyon dolara satın aldı. Bu, Şubat 2004’te hobi olarak başlayan Facebook’un piyasa değerinin 4 yılda 15 milyar dolara çıktığı anlamına geliyor. Bugünkü değerinin 100 milyar dolara yaklaştığı söyleniyor.
700 milyondan fazla üyesi olan Facebook bir ülke olsaydı, Çin ve Hindistan’dan sonra dünyanın en kalabalık 3. ülkesi olurdu.
Amerika’da eleman bulmak için öncelikli olarak Linkedin’e başvuran şirketlerin oranı yüzde 80.
Yeni nesil mevcut sosyal iletişim olanakları karşısında e-posta’yı tamamen bırakma eğiliminde. Amerika’daki Boston Koleji 2009’dan itibaren yeni başlayan öğrencilerine e-posta hesabı açmayı bıraktı.
Facebook’u kendi dillerinde kullanmak isteyen İspanyollar, Facebook’un bu işi ele almasını bekleyemeyip siteyi İngilizce’den İspanyolca’ya 4 haftada çevirdi. İşin Facebook’a maliyeti yazıyla sıfır, rakamla 0.
ComScore Ağustos 2008 verilerine göre YouTube, Yahoo’yu bile sollayarak Google’dan sonra dünyanın en büyük arama motoru haline dönüştü.
Google’ın bir dönem sadece MySpace arama sağlayıcısı olmak için ödediği para 900 milyon dolar.
Twitter kullanıcıları Ashton Kutcher ve Ellen Degeneres’i takip edenlerin toplamı İrlanda, Norveç ve Panama nüfusundan fazla.

Sosyal ağlarda bunlar da oluyor
26 Kasım 2008’de Bombay’daki saldırıları ilk duyuran bölgede yaşayan Twitter kullanıcıları oldu. Dünya gelişmeleri adım adım sosyal medyadan izlerken, Vinukumar Ranganathan adlı gazetecinin olay yerinden çekip Flickr’a yüklediği fotoğraflar başta CNN olmak üzere dünyanın önde gelen haber ağları tarafından kullanıldı.
Vaktinde Facebook’a üye olup günde 10 bin civarında arkadaş isteği karşısında apar topar hesabını kapatan Bill Gates, Twitter’da hesap açtıktan 8 saat sonra 100 bin takipçiye ulaştı. Şu anki takipçi sayısı 4 milyon 320 bin.
Daha önce adı sanı duyulmamış bir yönetmen olan Federico Alvarez, özel efektler dahil toplam 300 dolara mal ettiği bir kısa filmi YouTube’a yükledi. Şehre saldıran dev robotların istilasını konu alan “Panic Attack” adlı filmin gördüğü ilgi üzerine Örümcek Adam serisinin de yapımcısı olan Sam Raimi’nin Ghost House Pictures yapım şirketi, Alvarez’le 30 milyon dolarlık kontrat imzaladı. Filmi bu adresten izleyebilirsiniz.
Sosyal ağlarla ilgili herşey sadece başarı hikayelerinden ibaret değil. Sosyal ağlarda işleri, müşterileri, patronları veya çalışma arkadaşları hakkında yazdıkları şeyler yüzünden kapı önüne koyulanların sayısı da bir hayli fazla. Proofpoint’in Ağustos 2009’da yaptığı bir araştırmaya göre Amerika’da 1.000’den fazla çalışanı olan şirketler arasında sosyal ağlardaki uygunsuz davranışlar yüzünden çalışanlarını işten çıkaranların oranı yüzde 8.
Bir de sosyal ağların yarattığı fırsatları tersine çevirmesine dair güzel bir örnek: Kaliforniya Üniversitesi’nde yüksek lisans yapan 22 yaşındaki Connor Riley, Cisco’dan bir iş teklifi aldı. Bunun üzerine Twitter’dan “Cisco’dan teklif aldım. Şimdi alacağım ücretin nefret edeceğim bir işi yapmaya değip değmeyeceğine karar vermem lazım” anlamına gelen bir mesaj attı. Cisco çalışanı Tim Levad cevabı yapıştırdı: “Seni işe alacak yönetici kim? İşe alacağı kişinin yapacağı işten nefret edeceğini önceden bilmesi iyi olur.” Sosyal ağlar üzerinden bir gecede yankılanan ve internet efsanesine dönüşen bu olay ‘Cisco Fatty’ adıyla hafızalara kazındı.
Bilgilendirme: Bu yazı Levent Daşkıran‘ın Bilim ve Teknik dergisinin Şubat 2010 sayısında yayınlanan aynı başlıklı yazısından alıntılanarak güncellenmiştir.

Yazar: Sosyal Medya Haber Servisi

Tagged with:
 

Comments are closed.